Göründüğü Gibi Değil

Örtüler ve dalgalar yaratmak
Son zamanlarda çok tartışılan İslami örtü dışında, yakın dönemin en ünlü örtüsü, Rawls’un felsefi bir araç olarak geliştirdigi “bilgisizlik örtüsü” olsa gerek. “Toplumsal sözleşme öncesi durum” fikrine yeni bir yorum getiren Rawls, insanları kimlikleriyle ilgili bilgilerden yoksun kalacakları bir bilgisizlik örtüsünün arkasına yerleştirir. Kendi  hakkımızda bilgi sahibi olmamak, daha iyi siyasi ve ekonomik sonuçların, özellikle de en az ayrıcalığa sahip olanlar için, daha adil bir toplumun oluşmasını sağlayacaktır. Benzer bir şekilde, hepimizin yararına sonuçlar doğurabilecek başka hayali örtüler de düşünebiliriz. Örneğin, bir “sessizlik örtüsü” seslerden yararlanma (onları kullanma ve duyma) yetilerinin daha iyi dağılımına katkıda bulunabilir. Örtülerin en hası, en ilginci de, herhalde bir “örtüsüzlük örtüsü” olur. Böyle bir örtü, en güçlü arzularımızdan biri olan “çıplak” hakikata ulaşma arzumuzu kısmen karşılar, en azından varoluşun sürekli dalgalanan katmanlarıyla bir şekilde temas kurmamızı sağlar.

Elbette örtüler her zaman sakladıklarını sandığımız şeyleri örtmezler. Çoğu zaman bir örtünün açılması şaşkınlık yaratır, en beklenmedik şeyleri göstererek inandığımız, bildiğimiz şeylerin sarsılmasına yol açar. Bir anlamda örtüsüzlük örtüsü bize yeni, alışık olmadığımız görme biçimlerini, iyi ya da kötü, ötekinin gözünü deneyimleme olasılığını sunacaktır.

Örtülerin hep dalgalandığını da unutmamalı. Dalgalanmalar, duyularımızı doğrudan etkiler, birbirine karıştırır; hatta bizi bebekleştirebilir. (Yeni bir araştırmaya göre, bebekler hayata synesthesia ile başlar; sesleri kokularla, tadları renklerle karıştırırlar.) Bu nedenle, örtüsüzlük örtüsü duyularımızın, kabul edilmiş görüşlerden, yerleşik hakikatlerden bağımsız olarak gelişmesine, beslenmesine katkıda bulunacaktır, diyebiliriz.

Sanatçıların, daha doğrusu sanat yapıtlarının yaptıkları da bu değil midir? Hep yeni bir örtüsüzlük örtüsü yaratmak, böyle bir örtü üzerinde sürekli çalışmak. Sadece gelecekteki olasılıkları daha iyi anlamlandırmamız için değil, aynı zamanda duyuların körleşmesi tehdidine karşı yeni dalgalar (duyumsamalar) yaratmak için buna ihtiyaç duyarız.

Renklerle “gerçek renkler”i ifşa etmek
Bu çerçeveden bakıldığında, en verimli duyumsama, dalgalanma alanlarının başında renkler gelir. Goethe’nin işaret ettiği gibi, biz insanlar renkleri aydınlık ve karanlığın birleşme noktalarında ya da sınır bölgelerinde fark ederiz. Renkler bu yüzden en yaygın örtüler olarak değerlendirebilir. Çoğu zaman fark etmesek de, renkler bizi dalgalanmaların yaşandığı sınırlara yöneltmektedir. Onlar sayesinde görünme ile görünmemenin sürekli akışını, Cezanne’ın “dirimsel ritim” dediği şeyi yaşarız. Aydınlıkla karanlığın buluştuğu yerde, algılar (görüşler) kesinliğini yitirir, ancak duyularımız - yeni ifşalar için - güç kazanır.

Wittgenstein gibi “hayatta saf olmayan renklerle kuşatılmış olmamıza karşın”, “saf renkler kavramı geliştirmiş olmamız”ı tuhaf bulabiliriz.

Saf olmasalar da, kesin olmasalar da, renkler, bilinmeye yolculukta en büyük yardımcımızdır.

Necmi Zeka